OSMANLI DİPLOMATİKASINDA

BERÂT- I HÜMAYUN

VE BERÂT ANLAMINDA KULLANILAN DİĞER TERİMLER

 

Osmanlı klasik dönemi vesikaları arasında, sultan adına hazırlanan (sultânî) belgelerden birisi olan berât veya -padişaha ait olduğunu belirten sıfatla birlikte- “berât-ı hümâyûn” kısaca; verilen kişilere yetki ve ayrıcalık sağlayan veya devlet malları üzerinde tasarruf veya mülkiyyet hakkı te’min eden ve verilen hakları üçüncü şahıslar karşısında tasdik eden, tuğralı hükümdar buyruğudur.

Fransızca “diplome”, (ordonance royale), İngilizce “privilige”, Almanca  “befehl” kelimeleri ile ifade olunan berât (çoğulu “berevât”) kelimesi hepsi de Osmanlının son dönemlerine ait olan Osmanlıca  lügatlerde, kısaca şöyle tarif edilir:

“Bir nev’î mîrîden verilen imtiyaz senedi”[1]. “mektup, çoğulu berevât gelir”[2]. Kâmûs-i Osmânî’de o günkü  kullanılışına göre; “ Yazılmış kağıt mânâsınadır. Istılahımızda nişan, rütbe, memuriyet, maaş ve imtiyâzât-ı muhtelife içün taraf-ı devletden yazılıp verilen kağıd-ı resmî, fermannâme demektir. Cem’î berevât gelir”[3]. Ahmed Vefik ise “Lehçe-i Osmânî” de berat kelimesini zikretmiyor. Yalnız “ferman”ı açıklarken “Emir, emirnâme, buyruk, buyruldu, divan emirnâmesi, yarlığ ve büyük berat” ifadelerini kullanıyor. 

Yine son dِnemlere,  yani XIX. asra âit “usûl-i inşâ” (diplomatika) eserlerinde beratın tarifi şu şekilde yapılmıştır:

“Taraf-ı devletten bir nevî imtiyaz senedi olup, cihât-ı mütenevvia ve rüteb-i muhtelife tevcihine ve nişân-ı hümâyûn itâsına dâir devâir-i devletten hatt-ı divânî ile yazılır”[4]. Bir başka tarif: “İmâmet, kitâbet, tevliyet gibi hidemât-ı şeriyye tevcih olanlara bâ-irâde-i seniyye Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti marifetiyle itâ kılınan fermanlardır”[5]. Son iki tarifin birincisinde “cihât-ı mütenevvia” tabiri yerine, “hidemât-ı şeriyye” ifadesi kulanılmıştır ki her ikisi de vakıf ve dinî görevlerle ilgili görevlilere verilen beratları belirtir. Ayrıca ikinci tarifte, berât tevcih eden makam olarak yalnızca Evkaf Nezareti zikredilmektedir. Bu son durum Tanzimat sonrasını aksettirmektedir.

Adlî, hukûkî ve idârî yapıda pek çok değişikliklerin görüldüğü tanzimat dönemi, berât ile görevlendirmeyi oldukça dar bir sahaya hapsetmiş ve zamanla Evkaf Nezaretini ilgilendiren konularla sınırlandırmıştır. Bunun dışında üstün hizmet gösteren bazı şahıslara verilen berât ve madalyalar ise  “imtiyaz nişanı” şeklinde adlandırılmıştır. Yine bu dönemde yüksek rütbeli devlet memurlarının tayinlerinde “fermân ile tevcih” esas olmuştur. Diğer yandan tüccar, elçi, konsoloslukta görevli tercümanlar ve metropolitler gibi bazı görevliler için berât tevcihine devam edilmekle birlikte, küçük rütbeli veya rütbesiz şahıslar için  berât yerine  ûs (bir çeşit tayin ve görevlendirme vesikası) la görevlendirme yoluna gidilmiştir.

“Osmanlı Diplomatikası El-Kitabı” yazarları  Recyhman ve Zajaczkowski beratı,  “Bu terim özellikle yüksek mevki sahiplerinin tayinleriyle feodal sınıfa yapılan mal-mülk bağışları ve belirli konularda verilmiş ruhsatları belirtir”[6] şeklinde tanımlamışlardır.

“Beratlı”, müsâadeli ve imtiyazlı demektir. “Eli beratlı” şeklinde kullanılınca “yetki sahibi” anlamına gelmektedir. Bu tabir, XVIII. Asırdan itibaren, Osmanlı devletindeki, konsolos, tercüman ve yardımcıları ile gayr-i müslim reayadan olup kendilerine berât tevcih olunmuş kişiler için kullanılmıştır[7].

Klasik Osmanlı tarihlerinde ilk def’a Aşıkpaşa-zâde’de yer alan “berât” tabirinin, aşağıda oldukça detaylı olarak ele aldığımız gibi,  XV.yüzyıldan itibaren Osmanlı diplomatikasına yerleştiğini görüyoruz. Burdaki ifadelerden Sultan Murad Han’ın “kendi beratıyla timar verdiğini” Bayazid Han döneminde de “timarların dahi beratı Bayazid Han adına olduğunu”[8] öğreniyoruz.

 “Ahidnâme” ve “temliknâme-mülknâme” ler de birer berât çeşidi olmakla birlikte diplomatik unsurlar açısından önemli farklılıklar taşıdığından buraya dahil edilmemiştir.

Berât formunun kapsam ve özelliğini belirten bu açıklayıcı girişten sonra, berât kelimesinin, kökeni, sözlük anlamı, Osmanlı inşâ ve kitabetinde, yeni tabiriyle; osmanlı diplomatikasında ilk defa bu isimle yer alması ve daha önce berât anlamında kullanılan hüküm, biti, misal vb. tabirler üzerinde duracak, örnekleriyle açıklamaya çalışacağız.

Biz burda kullandığımız “berât” (bazen de nişân) kelimesi ile yukarda kaydettiğimiz, “sultan tarafından verilen tüm  yetki, tevcîh ve imtiyaz belgeleri” ni kasdediyoruz.

 

1.Berât Kelimesinin Kökeni ve Osmanlı’da İlk Kullanımı

Berat; arapça  "Berae -Berâet" kelimesinin hemzesinin atılarak  Osmanlı türkçesine uyarlanmış  şeklidir. Berâet ise b-ra-e' fiilinden türemiş bir mastardır[9].

Kelimenin kök anlamı ile ilgili  olarak lügatlerde şu açıklamaları görüyoruz:

Be-ra-e',  fiili Allah için kullanıldığında "hiç bir şeyi örnek almadan, modelsiz olarak yaratma, yaratmak" demektir. 

Burdan türetilen  el-Bari' kelimesi de "yaratan, maddesi ve modeli olmadan icad eden, sıfatlarında yaratıklara benzemekten beri' olan, bir çok farklılıklarına rağmen evrenin bütün parçalarını ahenksizlik ve düzensizlikten uzak olarak meydana getiren,  “inşa’ eden” anlamında Allah'ın isimlerinden biridir.[10] 

Yaratma veya yaratmak anlamının dışında, "kurtulma, borçtan ve ayıptan kurtulma, temize çıkma, ayrı ve uzak olma, kişinin bir sorumluluktan kurtulması veya yükümlülüğünün olmaması, bir şeyden veya bir kimseden uzak kalıp onunla ilişkiyi kesme, hastanın iyileşmesi ve hastalıktan kurtulması, bir şeyin kendisinden olmayan şeylerden ayrılması, tasaffi etmesi ve halis olması" gibi anlamları kapsamaktadır.[11]

"Bir şeyin kendisinden olmayan şeylerden ayrılması, tasaffi etmesi (saflaşması) ve halis olması" ifadesi Osmanlı beratlarının taşıdığı anlama da uygun gözükmektedir. Ayrıca, "ayrı ve uzak olma"  manası da görüşümüzü desteklemektedir.

Şöyle ki; kendisine berat tevcih olunan sıradan bir kişi, bizzat sultanın tuğrasını taşıyan berata sahip olmakla, bulunduğu makam ve tasarrufta bulunduğu malda sultan adına icraatta bulunuyor. Beratlı olduktan sonra sosyal statüsü yükseliyor ve askerî sınıf a dahil oluyor. Berât metinlerinde belirlenen yetki ve imtiyazlarla ayrıcalıklı bir konuma yükseltiliyor ve bu haliyle hem-cinslerinden ayrılmakla kalmıyor, aynı zamanda tasaffi ederek (saflaşarak) pak ve temiz bir kimliğe sahip olduğu bizzat en büyük otorite olan sultan tarafından tescil olunuyor.

Özellikle idareci sınıfa âit beratların nakil bölümünde bu ayrıcalık ve üstünlüğü belirten bazı tabirler kullanılır. Bunlardan en çok kullanılanlar;

“kıdvetü’l-emâsîl ve’l-akrân”(benzerleri ve akranları arasında en önde geleni ) veya “kıdvetü’l-emâcîd ve’l-ekârîm”(şerefli ve cömertlerin en önde geleni) vb. tabirleridir. Bu ayırt edici, üstün özellikleri taşıdığı için kişi, berât sahibi olmaya liyakat kazanmıştır.

Daha önceden kendisine berât verilmiş bir şahısta, saf, temiz ve dürüstlük gibi üstünlük belirten sıfatlarına zarar verecek, yüz kızartıcı bir durum tesbit edilirse beratı mutlaka elinden alınır. Her türlü dâvânın büyük titizle görüşülüp, hakkın ve adâletin tecelli etmesi için her türlü imkanın seferber edildiği bir devlette, böyle bir konuda açacağı dâvâ bile kabül edilip dinlenmez. Artık o, berata layık olma  saflığını ve ayrıcalığını yitirmiştir. 

Örneğin III.Ahmed Devri’ne âit bir timar beratında bu konuya şöylece işaret olunmuştur;

“...her hal ile eşkıyâ ve haramzâdeye muîn olduğu zâhir ve nümâyân olmagın bu makûle timar ve zeamet tasarrufu hilâf-ı kânun olmagla....bu makûle efâl-i şenîa ve ahvâl-i kabîha sahibinin zeameti tasarrufu hilâf-ı kânun olmagla zeâmeti üzerinden ref’ fîmâ-ba’d... dâvası istima’ olunmamak üzere kaydına şerh virilmek şartıyla zeâmet-i mezbûr hâssa silahşörlerimden....kıdvetü’l-emâcîd ve’l-ekârîm Mustafa zîde-mecduhûya...mezbur ehl-i fesad Ahmed Çavuş tahvilinden..tevcih olunub virdüm ki zikr olunur...”[12] 

Sadeleştirecek olursak:

(her durumda eşkıya ve haramzâdeye yardımcı olduğu açıkca belli olduğundan, bu şekilde timar ve zeamet tasarrufu kanuna aykırı olduğu, ve buna benzer kötü ve çirkin işlerle uğraşan bir adamın zeamet tasarruf etmesi de kanuna aykırı olduğundan, zeameti kendisinden alınsın ve bu konuda açacağı dâvânın dinlenilmeyeceğine dâir kayıt düşülsün. (Ve ben sultan bu yüzden); söz konusu zeameti özel silahşörlerimden...şerefli ve cömertlerin önde geleni Mustafa ki,  –Allah onun şerefini artırsın-, ehl-i fesad Ahmed Çavuş’tan alıp kendisine tevcih edip verdim...)

 

a.İslâmî Literatürde “Berât” Kelimesi

“Be-ra-e” kökünden türetilmiş bir çok kelimenin kullanıldığı Kur’ân-ı Kerim’de "Berât" kelimesi, "Berâetün" şeklinde sadece iki sûrede yer almaktadır.

Birincisi; (Kamer Suresi 43. ayet) tir ki meali şudur: "Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa kitaplar (ez-Zübür) da size bir kurtuluş belgesi (Berâet) mi var?"[13].

Burda, "Berâet" kelimesi “kurtuluş, muâfiyet ve garanti belgesi” anlamında kullanılmıştır.

Burdaki iki kelime konumuz açısından dikkat çekicidir.

Bunlardan birincisi “berâet” diğeri de “ez-Zübür” dur. Berâet kelimesinin anlamı yukarda belirttiğimiz gibi, “kurtuluş, muâfiyet, yetki ve garanti belgesi”dir.

“ez-Zübür” ise, “zibr” kökünden türetilmiş “ez-Zebûr” kelimesinin çoğuludur. “Yazılı şey, mektup ve kitap” anlamına gelmektedir. Bu anlamda Câhiliye Devri şâirleri tarafından da kullanılmıştır (İmru’l-Kays’ın kullanışı için bkz. Taberî, VII/ 451). Zebur aynı zamanda Dâvud Peygambere indirilen ve içinde hikmet ve vecîzeler bulunan ilâhî kitabın adıdır[14].

Âyette ki, ifâdelerden “berâet”in yazılı bir form şeklinde belli kitaplarda kayıtlı olduğunu anlıyoruz. Ayrıca kelimenin  o gün de bilindiği ve kullanıldığı ilgili kaynaklarda belirtilmektedir. Nitekim arapların, İslâm’dan önce her ayın birinci veya sonuncu gün veya gecelerine “berâet” adını verdiklerini de biliyoruz[15].

Bu açıklamalardan sonra şu yorumu yapabiliriz:

Bu belge sahibine ِyle bir imtiyaz ve güç kazandırmaktadır ki, -evvelki âyetlerle de irtibat kurulduğunda- “Siz (inanmayanlar) öyle rahat ve kayıtsız, kendinizden öyle eminsiniz ki, böyle davranabilmeniz için ya, güç ve kudret sembolü Firavun ve ordularından daha güçlü desteğiniz olmalı ya da ona karşılık size garanti, yetki ve imtiyaz sağlayan  bir beratınız olmalı”

Burdan anlaşılıyor ki, berat; sahibine,

Güç, kuvvet ve kudretin yanında, aynı zamanda emniyet ve güven kazandıran bir “yazılı belge”dir.

“Beraet” kelimesinin yer aldığı ikinci âyet ise; Tevbe Suresi 1. ayetidir. Zaten bu surenin bir diğer adı da “Berâe Sûresi”dir. Surenin başlangıcınde yer alan bu kelime konusunda, konunun uzmanları değişik yorumlar yapmışlardır. Surenin ilk ayetlerinde müşriklere güven içinde bulunacakları dört aylık bir süre tanınması, bu süre zarfında kendilerine hiç bir tecâvüz hareketinde bulunulmayacağının Allah ve Rasûlü tarafından garanti edilmesi,  kelimeye, "af,  kurtuluş, muâfiyet" anlamlarını kazandırmaktadır ki bu, Kamer Sûresi’nin yukardaki ayetine de uygun düşmektedir.

Fakat bazı yorumcular  daha sonraki ayetlerde tanınan bu dört aylık mühlet bitiminde müşriklerle ilişkinin savaş hali olacağının belirtilmesini göz önüne alarak, Berâet kelimesine "her türlü ilişkiyi kesme, onlardan uzak durma, ültimatom"[16] anlamlarını vermişlerdir. Bu kelimenin bir türevi olan "Beri' " de Kur'an'da daha çok bu anlamda kullanılmıştır.

Bu ayeti Elmalılı Hamdi Yazır, özetle şu şekilde yorumlamıştır;

"Berâet"  kelimesinin kök anlamı, "Müfredât"[17] ve "Besâir"[18] de açıklandığına göre herhangi bir çirkin şeyden kurtulmak ve uzaklaşmak demektir. Kadı Beydavî Bakara Suresi  54. âyetinin tefsirinde “berâet” kelimesini şöyle açıklar; bu, bir şeyin kendisinden olmayan şeylerden arınıp saf hale gelmesi, halis olması anlamındadır. "Hasta hastalığından, borçlu borcundan berî oldu." denildiği zaman “kurtulmak” anlamında söylenmiş olur. Allah Adem'i balçıktan berâe eyledi. denildiği zaman saflaştırmak şeklinde inşâ etmek  anlamında kullanılmış demektir.[19] “Berât-i zimmet asıldır” denildiğinde, başından itibaren inşa suretiyle olan hulûs, yani halislik ve selamet manası kasdedilmiş olur. Cezada suçtan berâet etmek de böyledir. Lakin borçtan berâet yine aynı anlama gelebileceği gibi, daha ziyade ibrâ’ ve arınma şeklinde olur ki, bu da "tasaffî" (saflaşma, temizlenme, arınma) denilen kurtulma yoludur.[20] 

Bu ayette berâet "herhangi bir ayıptan ve noksanlıktan salim olmak ve uzaklaşmak" demek olan aslî manasını korumakla birlikte bilhassa siyaset hukuku ve milletler arası hukuk dilindeki terim anlamı olan "savaş çıkmasını gerektiren bir ilişki kesme" yi de ifade etmektedir. Ancak ilişkiyi kesmeden önce belli bir süre tanınmaktadır ki, bu zaman dilimi içinde karşı tarafa aslâ bir “dahl ü tarruzda bulunulmayacak ve müzâhim olunulmayacaktır.” Bu durum söz konusu âyette şöyle belirtilir:

Bu bir berâettir, yani bu öyle önemli ve kesin bir ilişki kesmedir, saldırmazlığın sona erdirilmesidir ki, Allah'tan ve Resulü'nden  o antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere. Ey müşrikler! Şimdi siz yer yüzünde dِrt ay serbest gezebilirsiniz... [21].

Yukarda da belirttiğimiz gibi, kelimenin kök anlamları nazara alındığında, “berâet” kelimesine “af ve kurtuluşa erme, kurtuluş belgesi, muâf ve imtiyazlı olma, benzerlerinden ayrılma” anlamlarını vermek daha uygun gözükmektedir. “Berat Gecesi” kavramı da bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu durumda âyete tekrar baktığımızda, şunu anlıyoruz:

“daha önceden kendileri ile anlaşma yapılmış olan müşrikler” dört ay boyunca her türlü müdahaleden kurtulmuşlar, bu konuda onlara belli bir süre için de olsa bir imtiyaz ve bir muâfiyet verilmiştir. Böylece diğer müşriklerden ayrı bir statüye konulmuşlardır. Bu önemli bir ayrıcalık ve imtiyazdır ve Osmanlı Diplomatika’sında kullanılan “berat” formunun anlamına da uygun düşmektedir.

Âyetleri tahlil ettiğimizde ayrıca şu noktaları tesbit etmek mümkündür:

1-Berat sadece, kendileri ile ahid yapılan ve ahidlerinde sadık kalan müşriklere verilmektedir. Berattan önce verilmiş bir ahid söz konusudur.

2-Beratı veren, berat verilenlerden üstün bir konumdadır. Bu sebebden dolayı, berat sahibi olmada hak etmeden ziyade, bir lütuf ve bağış esprisi vardır.

3-Karşılığında, belli görev ve sorumluluk istenmektedir. Aksi halde berat geri alınabilir.

4- Beratı veren ve alanlar dışında üçüncü şahısların da dikkati çekilmektedir. Tevbe Sûresi’de bunlar âyeti okuyan veya duyan tüm müslümanlardır ki, onlardan beratın şartlarına uymaları ve dikkat etmeleri istenmektedir.

5-Berat belli bir süre için verilmiştir. Bu süre sonunda beratın hükmü karşı tarafın davranışlarına göre değişikliğe uğrayacaktır.

Bu yönüyle bir berât çeşidi olan ahidnâmeleri hatırlatmaktadır.

6-Bir diğer sonuç ta Tevbe Sûresi’nin, K. Kerim’de “başında besmele yer almayan tek sûre” olmasıdır. Bu durum, beratlarla alakalı ayrı çağrışımlara sebep olmaktadır. Şöyle ki,

İslâm’ın ilk yıllarından itibaren, çeşitli İslâm devletlerinde geçerli olan yazışma geleneklerinden birisi de vesikalara Allah’ın adıyla başlanmasıdır. Bizzat Hz.Peygamber’in talimatıyla, islama dâvet mektuplarının başlangıçlarına yazılarak düstur haline getirilen bu geleneğe titizlikle uyulmuştur. Genel kullanımı “besmele” şeklinde olan bu vesika rüknüne diplomatika tabiri olarak “dâvet” diyoruz. Doğudan batıya tüm İslâm aleminde davet rüknünde esas olarak “besmele” kullanılırken, Osmanlı’da, özellikle fermân ve berât gibi sultânî belgelerde bu geleneğin terkedilerek sadece özel belgeler için nadir olarak kullanılması ilginçtir.

Osmanlı vesikalarında dâvet terimleri olarak “hüve’l-muîn vb.”, “zikrullahi teâlâ vb.”, “hüve”, “bismihî” vb. klişeler yaygın olarak besmele yerine kullanılır. Şüphesiz kullanılan tüm klişe ve tabirlerin tamamı “Allah’a” işaret etmekte, O’nun adıyla başlanmaktadır. Ancak besmele formülünün, özellikle de beratlarda yer almaması, bu kelimenin kullanımında berât suresinden esinlenmiş olunduğu düşüncesini akla getirmektedir.

Araştırmalarımıza göre, berât terimi bir tayin ve tevcih belgesi olarak, “biti, misal, takrir vb. yerine, Fatih Sultan Mehmed’in son yıllarında veya II.Bayezid’in ilk yıllarında Osmanlı diplomatikasına girmiş olmalıdır. Aşağıda detaylarıyla açıklayacağımız gibi, berât tabirinin İbranice’den arab diline geçmiş olduğu düşüncesinden hareketle, bu tabirin Yahudi nufûzunun Osmanlı bürokrasisinde etkin olduğu bir dönemde yazışma geleneğine yerleşmiş olduğu kuvvetle muhtemeldir. Bununla bu tabirin ilk defa söz konusu dönemde kullanıdığını iddia etmiyorum. İslâm’ın ilk yıllarına âit rivayetlerden bu kelimenin değişik belge türü için en azından bir dönem kullanıldığını biliyoruz[22]. Ancak bu kullanım “tayin, tevcih ve yetki belgesi” anlamında değil, -aşağıda belittiğimiz gibi- bir çeşit vergi ödendi makbuzu anlamındadır.

 

Beraet, Hz. Peygamber’in sözlerinde genelde “günahtan kurtulma, bir işten veya zümreden uzak olma” anlamında kullanılmıştır[23]. “Uzak” tabiriyle kasdedilen “ayrı ve farklı bir konumda olmak”  tır. 

İslam Hukukunda; “Berâet-i asliyye” tabiri, Kelam’da ve Fıkıh Usûlü’nde; “kişinin, -kanun koyucunun aksine hükmü olmadıkça- sorumlu tutulmaması” demektir. Yani kişi bir hüküm olmadıkça yükümlülükten uzaktır ve muâftır.

“Berâet-i asliyye” Ceza Hukuku’da ise, “kişinin suçsuzluğunun asıl olması” (suçtan muâf olması) demektir.

Mecellede yer alan “Berâet-i zimmet asıldır” (Mecele, mad. 8) şeklindeki kurallla kasdedilen de budur. Hz. Ömer devrinde kendilerinden haraç alınan gayr-i müslimlere verilen “berat belgeleri” de artık o kişilerden tekrar vergi alınmaması için verilmiştir. Buyunlarına berât kağıdı takılanlar, böylece ikinci kez vergi ödemekten muâf tutulmuştur[24].

İslamî kültürde Üçaylar’dan birisi olan Şâban Ayı’nın; 15. Gecesi’ne “Berâet Gecesi” denilmesinin nedeni de “kişinin günahlardan kurtularak temizlenmesi ve bu gece, Allah’tan beratını alarak, muâf ve imtiyazlı bir konuma yükselmesi” umulduğundandır. Bu sebeple bu geceye, “Mübarek Gece, Rahmet Gecesi” denildiği gibi “Sâkk= (senet-belge) Gecesi”  adı da verilmiştir[25]

Netice olarak, bütün bu dînî literatürde “berât” kelimesinin “bir saflaşma, temize çıkma, bir muâfiyet, özel hak ve ayrıcalık vb.” anlamları taşıdığını görüyoruz.

 

b. Berit (Covenant= akid, ahid, sözleşme ve mukavele) terimi:

“Berit” (İng: Covenant) kelimesi; İbrânice’de, “ahid” (anlaşma ve sözleşme) anlamında kullanılan bir tabirdir.

Berât kelimesinin, İbrânice asıllı “berit” kelimesinin arapçalaşmış şekli olması  kuvvetle muhtemeldir. Arapça ve İbrânice’nin aynı dil âilesine (Sâmî Diller) mensup olması, birbirine benzer kelimelerin her iki dilde de yer alması veya ortak anlamda kullanılmış olmaları zorunluluğunu doğurmuştur. İbranice’nin yanında diğer sâmî dillerden de Arapça’ya geçerek yerleşmiş bir çok kelime vardır. Kur’ân-ı Kerim’de de yer alan yabancı kelimelerle ilgili çalışmaların tarihi oldukça eskidir. Bu konuda Hicrî birinci yüzyıldan itibaren hazırlanan bir çok kitap günümüze kadar ulaşmıştır.[26]. 

Yahudiler’in kutsal kitabı olan Tevrat’a göre; Allah, çeşitli dönemlerde insanlarla ahidleşmiş yani onlara “berit” vermiştir. Hz. Nuh ve onun ümmetine, Tufan’dan kurtulmaları ve bir daha böyle bir olayın tekerrür etmemesi için berit verilmiş ve buluta konan yay (yani gökkuşağı) bu ahdin alâmeti (alâmet-i şerîf gibi) sayılmıştır (bk. Tekvîn, 6/ 18, 19;  9/ 12, 15, 16). Keza, Hz. İbrahim ve soyundan gelen İsrail Oğullarına da berit verilmiştir. Bu beritin şartı olarak da onlardan bazı şeyler yapmaları istenmiştir. Buna göre, sünnet olacaklar, (ki, bu beritin alâmetidir) zinâ ve fuhşa yaklaşmayacaklar, Tevrat’ın hükümlerine sadakatle bağlı kalacaklar ve kendilerine bu berit’i veren yaratıcıya itaat edecekler. (bk. Resullerin İşleri, 7/8) Bu berit (ahid)’e göre, Ken’ân diyârı onlara miras olarak verilecektir (bk.Tekvîn, 13/15,17; 15/18; 17/ 2-8). Allah ile İsrâil Oğulları arasında bu sayılanlara benzer daha birçok berit yapılmış ve onlardan beritin şartlarına uymaları istenmiştir. Ancak onlar çoğu kez bu beritlerin şartlarına ve alâmetlerine uymamışlar (bk.Tesniye, 29/25; Birinci Krallar, 19/10; İkinci Târihler, 12/1; Yeremya, 22/9; Daniel, 2/30) ve bu yüzden cezalandırılmışlardır (bk. Tesniye, 17/2; Yeşu, 7/11, 23/16; Hâkimler, 2/10; Mezmurlar, 132/12).

Daha sonra Allah, beritin şartlarına aykırı davranan yahudilere acımış ve kendilerine yeni bir berit vermiştir.  (bk. Yeremya, 31/31-34; 32/37-41). Bu son berite göre; Allah, şeriatını onların içine koyup yürekleri üzerine onu yazacak, kendisi onlara “Rab”, onlar da O’na “kavim” olacaklar ve böylece günahları bağışlanmış olacaktır (bk. Yeremya, 31/34)[27]. Bütün bu yapılan beritlerden dolayı Yahudiler (İsrail Oğulları)’e “Berit Oğulları” adı verilmiştir[28].

Berit terimi ile ilgili bu açıklama ve örneklere dikkatlice bakıldığında, Osmanlı’da kullanılan “berât” formu ile paralellikler olduğu gözden kaçmaz. Herşeyden önce berit, kıyaslanamyacak ölçüde güçlü olan taraftan, yani Yaratıcı’dan zayıf tarafa, aciz kullara verilen bir bağış, bir ahiddir. Ahid tabiriyle kasdedilen; bağış, ihsan, yetki ve imtiyazdır. Yoksa, eşit veya eşite yakın güçler arasında yapılan bir sözleşme, osmanlıca tabiriyle bir muâhede değildir. 

Verilen beritin mutlaka bir alâmeti söz konusudur. Berit alan, beritin şartlarına riayet edecek, kulluğunu unutmayacak, sadakat içerisinde vazifesini yerine getirecektir. (bî-kusûr mer’î ve müeddâ kılacak)

Kendilerine berit verilenlere “berit oğulları” deniliyor. Osmanlı’da ise berât sahiplerinin genel adı “ehl-i berât veya ashâb-ı berevât” dır.

Allah’ın isimlerinden biri olup, “maddesi ve modeli olmadan icat eden, yaratan, yaratılmışlara benzemekten berî olan, evreni, âhenk içerisinde meydana getiren; borç ve zimmet altında bulunmayan, ni’metlerini, yarattıklarına bir bağış ve lütuf olarak veren” anlamlarını taşıyan “Bâri’”[29] kelimesi de berât kökünden türetilmiştir.

 Yukarda “be-ra-e” fiilinin Allah için kullanıdığında aldığı anlamı belirtmiştik. Kur’ân’da iki yerde geçen bu ismin (II/54 ve LIX/24) İbrânice’den arabçaya geçmiş  olduğu ve Peygamber tarafından özel bir anlamda kullanılmadığı[30] görüşlerini tenkid eden İslâm kelamcısı Prof. Bekir Topaloğlu, bu kelimenin çeşitli şekillerde Allah’a nisbet olarak veya farklı anlamlarda Arapçada da eskiden beri kullanıldığını belirttikten sonra, bu ortak kullanımın sebebini; vahye dayalı dinlerde ilâhî isim ve sıfatlarda benzerliklerin bulunmasına olarak belirtir[31].

 

2. Osmanlı Yazışmalarında Berât Anlamında Kullanılan Diğer Kelimeler

 

Berât, Osmanlı diplomatikasında XV. asrın son çeyreğinden itibâren yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bundan önce berât anlamında çeşitli terim ve terkiblerin kullanıldığını görüyoruz.

a.Hüküm (hükm)

Hüküm; Lügatlerde, kesin ve katî emir ve karar, kuvvet, hâkimlik, âmirlik, irâde, kumanda, nüfuz, kadılık etmek vs. anlamlarına gelmektedir[32]

Her hangi bir konu, iş ve görev için pâdişâh tarfından verilen yazılı emirlere “hükm-i hümâyûn” denilmiştir. Hangi kalemden olursa olsun bütün “sultânî vesikalar” genel olarak “hüküm” adı altında toplanmıştır. Hüküm mâlî işlerle ilgili ise kaydolunduğu deftere “mâlî ahkâm defteri” adı verilirdi. Bir vâli veya herhangi bir idâreciye bir iş için gönderilen hükümlere “fermân”, bir görev ve yetki için verilmişse “berât” veya “rüûs”  denmiştir. Berât ve nişanların tuğraları çekilip gerektiğinde doldurulması için bazı bölümleri boş bırakılmışsa o gibi hükümlere de “nişân-ı hümâyunla muanven beyaz ahkâm-ı şerîfe” adı verilmiştir[33]. Bu nedenle hükümlere; konu ve işe göre, fermân, nişân,  berât, tevki, menşûr  deniliyordu. Hükm-i hümâyûn, hükm-i şerîf, hükm-i cihan-ârâ, hükm-i cihan-mütâ, hükmü vâcibi’l-imtisâl, terkibleri ile de hükmün, bir emir, buyruk ve fermân anlamında kullanıldığı, son kelime olan fermânın ise ilk dönemler hariç Osmanlı diplomatikasına tamâmen yerleştiğini görüyoruz.

Osmanlı Arşivi’ndeki en eski tarihli tahrir defteri olan (h.835/m.1432) tarihli Arvanid Defteri’nde yaygın olarak “mektub”, “berat”, “paşa beratı”, “paşa bitisi”, “biti”, “sultan beratı”, “beğ bitisi”, “mukarrer...”  ve “sultan hükmü” tabirleri kullanılıyor. Nâdir olarak da “pervâne” terimine rastlıyoruz.  Biti ve berat terimi paşa ve beyler için aynı anlamda kullanılırken, padişah için “biti” kullanılmamış. Yâni “padişah veya sultan bitisi” şeklinde geçmiyor. Sultan için, “sultan berâtı veya sultan hükmü”[34] tabiri kullanılmıştır. “elinde sultanımız hükmü var” derken kasdedilen berat olmalıdır. Nitekim aynı defterde bulunan bazı kayıtlarda “sultan hükmü” yerine “sultan beratı” ifâdesini buluyoruz[35].

 

c.Misal ve tevki'

 Anadolu Selçuklularında “misâl”; bir emir veya bir siparişi, alt mâkama tavsiye etmek için pâdişâh dışında vezir ve benzeri devlet adamlarından sadır olan vesikalardır. Osmanlıda misâl ile fermân, nişân, tevki terimleri birbirini yerine, bazan da “tuğra” anlamında kullanılmıştır; Örneğin, “sebeb-i tahrîr-i tevki'-i refi'-i hümâyûn oldur ki... tahrîr-i misâl-i bî-misâl ve fermân-ı vâcibü’l-imtisâl / misâl-i vâcibü’l-imtisâl”; bazı fermanlarda da “nişân-ı hümâyûn ve misâl-i meymûn” şeklinde misâl ile nişân aynı anlamda kullanılmıştır[36].

 

d.Kitâb ve Mektûb

Gerek ilk Osmanlıca inşâ eserlerinden biri olan Menâhic’ de, gerek diğer orjinal vesikalarda yer alan  “kitâb”, “kitâb-ı hümâyûn”, “misâl”, “tevki” ve “nişan” vb. kelimelerin 15. yy.da birbirlerinin yerine kullanıldığını gösteren bir çok örnek vardır. Bu durum muhtemelen bu dönemde kalıplaşmış belirli cümlelerin henüz oluşum halinde olduğunu göstermektedir. Öyle ki bazan bir vesika içinde bile, yukardaki kelimelerden bir kaçı aynı anda birbirinin yerine kullanılabilmektedir.

Örneğin, (h.806/1404) tarihli Süleyman Çelebi’nin nişanında, önce “kitab”, hemen ardından “tevki ve son kısımda da “mektub” terimleri aynı vesikada kullanılmıştır[37]. Bir başka örnek, Musâ Çelebi’nin (h.815/m.1412) tarihli bitisidir. Bu belgede de “biti”, “mektub” ve “nişan” şeklinde bir kullanım vardır[38]. Bu kullanım I.Mehmed’in (h.823/ 1420) tarihli nişanında[39], “misâl”, “tevki”, ve “ferman” şeklinde aynı vesika içinde sıralanma biçimindedir. Yine aynı şekilde Menâhic’deki Kethüdâlık beratındaki, “kitâb” kelimesinin yerine Nezâret ve Tevliyet takrîrinde “misâl” kelimesi kullanılmış. Daha sonraki “berât-ı idrârât” ta “kitâb” yerine “tevki-i hümâyûn” terkibi yer alıyor. Aynı münşeâtta 7. ve 8. vesikalarda “kitâb-ı hümâyûn”, 9. vesikada “kitâb-ı meymûn” biçimlerini görüyoruz. Bütün bu beratlarda geçen “kitab” kelimesinin (“hüküm” gibi), islâmî geleneğe uygun olarak çok genel anlamda, bütün vesika formlarını kapsar şekilde kullanıldığını gِrüyoruz[40].   

 

e.Biti-Bitik

Osmanlı belgelerinde XIV. asrın son yarısı ile XV. asra âit belgelerde bu kelime, mektup, berât, hüküm, nişân, misâl karşılığında kullanılmıştır.

 “Biti” kelimesinin ve türediği “bitimek” kökünün etimolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte; Çince pi-bit/ piet “ yazı fırçası” ndan türetildiği[41], bitik, biti, bitiv,bitüv, büti “yazı, mektub, muska” anlamında; çeşitli türk şivelerinde kullanıldığı iddia olunmuştur. Aynı kökten gelen bitiglig “yazılı, sened sahibi”; bitigü “mürekkeb” anlamındadır[42] Uluğ bitikçi  (doğu türkçesinde) baş kâtib anlamında kullanılmıştır [43].

Yusuf Hâs Hâcib, Karahanlılar’da bitikçi ünvanı ile hükümdarın resmi  yazışmalarını yürüten kendisi ile devlet sırlarını paylaştığı görevliye bitikçi, bitikçi ılımga der[44]. Ve şu beyti kullanır: “eğer kendin bitigçi ılımga olursan gönül sırrını iyi muhafaza et, ağzından söz kaçırma” [45].

Kaşgarlı Mahmud ise ılımga kelimesini, “sultanın mektuplarını Türk yazısı ile yazan kâtib” şeklinde açıklar[46].

XIV. ve XV. yy. resmî belgelerine nişân yerine biti dendiğini belirten Fuat Köprülü, F. Kraelitz’in Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda yayınladığı İlk Osmanlı padişahlarına âit belgeleri de buna delil gösterir. Ayrıca söz konusu yüzyıllara âit vakıf defterlerinde pâdişâh ve şehzâdelerin emirnâmelerine nişân; beylerbeyi, bey ve kadıların verdiği belgelere biti dendiğini, bu defterlerde rastlanılan ِrüncek bitisi ve gِkçe ِren bitisi nin ne anlama geldiğinin tamamen bilinmediğini ilâve eder. Köprülü, kelimenin menşei konusunda da yukarda açıkladığımız biçimde, fırça anlamında “pit” kelimesinden türemiş olabileceği görüşünü kabül eder[47].

İslâm Ansiklopedisi’ne “Bitik” maddesini yazan Mehmet İpşirli, Dîvân-ı Lugât ve Kutadgu Bilig’de yer alan bilgileri tahlil ettikten, yukardaki görüşleri destekler mahiyette şu yorumu yapar:

“Türkçe’nin eski metinlerinden, bitimek “yazmak” fiil kökünün “bitigü”, “kalem, divit” gibi bir türevi olduğu anlaşılan bitig/bitik “yazılmış (şey)” çeşitli lehçelerde “yazı, kitâbe, mektub, belge, kitab, muska; emir, hüküm, fermân” anlamlarında kullanılmış ve bundan da bitikçi “kâtib”, bitigli (g) “yazılmış nesne sahibi”, bitiklik “yazı yazılmak için hazırlanan şey” gibi yeni türevler elde edilmiştir”[48].

Buraya kadar aktardığımız iddalara aykırı bir görüş ise İbrahim Kafesoğluna aittir.

Kafesoğlu, Türklerin “değnekler üzerine çentik (oyma, biçme) ler yapmak” veya “ok ucu ile bal mumu üzerine” işâretler çizmek sûretiyle muhâbere ve resmî belgelerini tesbit ettiklerine dair Çin yıllıklarında kayıtlar bulunduğunu[49] belirttikten sonra, “Türk yazısının menşeini yine Türk çevresinde aramanın en makül yol olduğunu hatırlatalım” dedikden sonra bir kısım yeni araştırmacıların bu konuda eski Türk damgalarını düşündüklerini ve araştırdıklarını belirtir[50]. Kafesoğlu bitig kelimesinin Çince’den geldiği tezini de reddederek, bunun inandırıcı olmaktan uzak olduğunu, Türk yazısının fırça ile değil, çelik kalemle sert maddeler üzerine kazılan (oyulan, biçilen) bir kitâbe yazısı olduğuna dikkat çeker[51].

Uzunçarşılı’nın ; “merhum Şemseddin Sâmi Bey, Osmanlıdaki beylikçi tabirinin aslının bitikçi olmasının muhtemel olduğunu beyan etmişlerdir. Beylikçi gizlenmesi icab eden mühim şeylerin reisü’l-küttabın havalesi ile bizzat kendisi kaleme alırdı..”[52] şeklindeki ifâdeleri Yusuf Hâs Hâcib’in “bitigi ılımga” ile ilgili malumatını hatırlatmaktadır.

Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren ilk müslüman Türk sülâlesi olarak kabül edilen Karahanlılar (m.840-1212) da, bitigçi ve ılımga ünvanlı katipler vazife yapardı. Askerlik işleride, Selçuklulardaki dîvân-ı arz gibi işleyen bir dîvân tarafından idare olunur, “Ay Bitiği” denilen ve askerlerin aylık ücret ve tahsilatlarının kaydedildiği defterler söz konusu dîvân tarafından tutularak asker yoklamaları, kayıt ve silinmeler bu deftere göre yine aynı dîvân tarafından yapılırdı[53].

Bitigçi ve bitikçi kelimesi muhtemelen Uygur kâtibleri vasıtasıyla Türklerden Moğollara geçmiştir. Moğolcada biçigü (yazmak), biçikçi (kâtib) ve biçig-ün tüşimel (bir mülkiye memuru, kançalarya memuru) tabirleri de bulunmaktadır[54].

Moğol İmparatorluğu teşkilatında Uygur tesirinin büyük çapta olduğunu kabül etmemiz gerekmektedir. Bu hussusu destekleyen bir çok hukûkî ve mâlî terimler mevcuttur[55].

İlhânîler’ (1256-1344) de merkez teşkilâtında görevli olan baş kâtib Uluğ Bitikçi adıyla anılmaktadır. Bu divandan sâdır olan fermân, berât vs. resmî yazışmaları yazdırır ve divana âit mâlî işleri tâkip ederdi. Emrindeki bitikçi veya bahşı denilen katiplere de nezâret etmek onun gِrevi idi[56].

Bitikçi sِzü kâtib anlamında Mısır türk devletlerinde de geçmektedir; “İzzeddin Ahmet vefât ettiğinde ki, o bitikçilerden biri idi”[57].

İlhanlı te’siri bir çok alanda olduğu gibi, inşâ ve yazışma tekniği açısından da Osmanlı inşâ sanatını, günümüz ilmî ifâdesiyle; Osmanlı diplomatikasını oldukça etkilemiştir.

İlhanlılar’ın yazışmalarında gördüğümüz still ve metod, fermân, berât vs. vesîklardaki elkab, başlangıç, te’kid ve bitiş protokolü tamamiyle Osmanlılar tarafından uygulanmıştır[58].

Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularında bitikçi veya bahşı yerinde, büyük dîvân ağâsı olarak, sâhib-i tuğra veyâ tuğrâî de denilen nişancı veyâ pervânçe-pervâne (pervâneci) gِrüyoruz. Fermân ve berât yazmak, arazî defterlerinin kayıtlarını tutmak bu memurun vazifesi idi. Karakoyunlu ve Akkoyunlu divanlarında da pervançı aynı görevi yapmaktaydı[59]

Anadolu Beyliklerinde ve Osmanlıda II.Bayezid zamanına kadar biti kelimesi padişahların yazışmalarında kullanılmıştır. II.Murad dönemine âit Arvanid defterinde oldukça bol miktarda kullanıldığını görüyoruz.

İnalcık, “Örfî-sultânî mâhiyeti olan ve devlet dâirelerinden çıkmış olduğu âşikar bulunan ilk Osmanlı vesikalarında diplomatik kâideler, tuğra, elkâb, duâ ve lânet tabirleri bu vesikaların Türk-İran inşâ ananesini devam ettirdiğinde şüphe bırakmaz” dedikden sonra bu vesiklarda geçen biti tabirinin İran’da ve Anadolu’da İlhanlı hâkimiyeti sırasında yayılan uygur tesirinden kaynaklandığını, Fâtih’in divanında Uygurca mükemmel nâmeler yazan katiplerin olduğunu, bununla birlikte devlet kalemlerinde çalışan “kâtip” anlamında bitikçi tabirinin Osmanlıda yerleşmediğini, bunun yerine ilk devirlerde yazıcı[60] kelimesinin kullanıldığını belirtir[61]

 

f.Yarlığ, yarlık, yârlığ

Moğollarda ve moğol menşeli devletlerde Altın Orda, Kırım ve Kazan hanlıklarında hükümdar tarafından yabancı memleketlerin hükümdarlarına gönderilen, emir mahiyetindeki nâmelere yarlık dendiği gibi aynı şekilde adı geçen hanların kendi halklarına veya her hangi bir şahsa verilen imtiyaz yazılarına da bu ad verilmiştir[62]. 

Yarlığın bir fermân mahiyetinde, yani hükümdarın emir ve buyruğu şeklinde olması gerekir. Ayrıca yarlıklar da belgenin bir yarlık olduğu açıkca belirtilmiştir[63]

İlhanlı geleneğinde resmî evraklar (amsele) ve kanunlar (carluk, yarlug, fermân) katiblerin reisi olan “münşi-i dîvân-ı büzürg” kontrolünde bitikçi adı verilen sekreterler tarafından hazırlanır ve resmî evrakların hepsine hükümdarın mührü olan paiza vurulurdu. Devlet Sekreterliği (Dîvân-ı Büzürg-i İlhânî) inde Moğol, İran, Uygur, Kuzey Çin (Hıtay), Tibet ve Tangut bölümler bulunuyor ve her ülkeye gönderilecek mektup, fermân, yarlık vs. kendi dillerinde kaleme alınıyordu[64].

İlhanlılarda resmî evraklar eski Moğol âdetine uyularak, Mengi tengri küçündür (Sonsuz Tanrı’nın gücüyle) formülü ile, İslam’dan sonra ise Besmele ile başlardı. Gönderen veya gönderilenin belirtilmesi “Fülan (hükümdar vb.) nın emri ile fülana”  şeklinde sâde bir formülle yapılıyordu. İlhanlılarda resmî evraklar yerine göre siyah (kara tamga) veya kırmızı (kızıl tamga)  dört köşe bir damga ile mühürlenirdi[65].

Yarlık kelimesi Altın Ordu hükümdarların da “emir ve buyruk” ları için kullanılmış, özellikle hânın sikke bastırma emri yarlug-ı hümâyûn veya hükm-i hümâyûn kelimeleri ile ifâde olunmuştur[66].

Bu kelime daha sonra İlhanlılar aracılığı ile Anadolu Selçukluların’da, Karakoyunlu ve Akkoyunlular’da ve seyrek olarak da Memlüklerde de kullanılmıştır. Osmanlıda bu kelime ayrı bir vesika formu şeklinde değil, berât ve fermân metinlerinde “yarlığ-ı belîğ” vb. terkipler halinde ibâre arasında kullanılmıştır.

g.Tevki ve menşûr

Selçuklu diplomatikasında oldukça yaygın olarak kullanılan menşûr terimi, Osmanlı’da özellikle vezirlik görevi tevcih eden en önemli beratlar için, özel tabir olarak kullanılmıştır.

Menşûr terimi, Mısır’da, önceleri köylülerin mürûr tezkiresi (bir yerden geçiş izni belgesi) anlamında kullanılmıştır. Abbâsîler’de iktâ (tîmâr) sahiplerine verilen belgelere, Fâtımîler’de belirli tâyinler, Memlûkler’de ise yukarda belirttiğimiz gibi iktâ (timar) belgelerine menşûr denilmiştir ve bu tür belgelere (ıktâ belgelerine) bu adı türkler vermiştir. Menşurların en önemli özelliği, sultandan sadır olması ve onun adını taşımasıdır[67].

Eyyûbîler ve Selçuklular’da genel olarak tüm tayin ve tevcih belgelerine menşûr denmiştir.

Selçuklularda, tayin ve tevcih belgelerine genelllikle misal nadiren de menşûr adı verilmiştir. Bu iki kelime aslında aynı anlamdadır. Çünkü aynı vesika içinde  hem misal  hem de menşûr  olarak belirtilmiştir. Bu tür belgeler bir amblem veya bir monogram taşırlar ki, bunlara tevki, genellikle de tuğrâ adı verilmiştir. Bir görev veya mülkün bağışlanması sadece sultanın fermân ve tevkii ile mümkündür. Hiç kimse sultanın tevkii olmadan, izin (Pervâne), karar (emsile) ve dîvan vergi çekleri (berevat-ı dîvânî)  (malî durumlarda) hiç bir şey yapamaz. Bazı belgelerde “yüce tevki ile kontrol edilmiştir” “muvaşşah be-tevki-i eşref” ibaresi yer alır[68].  Menşurların üzerindeki tevki'’ ile ilgili olarak C. Cahen, “la tuğra seljukide” makalesinde Damaskus  Atabegi’nin (Dımaşk Atabeyi)  “petite tuğrâ” (küçük tuğra) sından bahseder[69]; tabî buradan da büyük bir tuğranın varlığı sonucunu çıkarabiliyoruz[70].

İnşâ eserleri dışında Selçuklulardan günümüze ulaşan oldukça önemli bir menşûr Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar (h.498-511/m.1105-1118)’ın Atabeg Tuğtekin’e (h.510 Muharrem / m.14-Mayıs-16 Hazîran 1116) tarihinde Suriye bölgesinin tevcihi için verdiği menşurdur. Bu menşûrun metni  (İbnü’l-Kalanisî, Zeylü Târîh-i Dımaşk, nşr. Amedroz, Beyrut 1908,  s.193-197 )’de kayıtlıdır. Devrin meşhur hattatlarından Tuğrâî Ebû İsmâil el-Hüseyin el-İsfehânî tarafından kaleme alınan bu menşur günümüze kadar intikal etmiştir.

Osmanlı vezâret menşurlarını hatırlatan söz konusu bu vesika ile atabeg Tugtekin çok geniş yetkilerle donatılıyordu[71].

Bu menşûr, diplomatika açısından, yazılış şekil ve stili ile söz konusu devre âit farsça menşurların tipik bir örneğidir.

Sonuç

Buraya kadar verilen malumatı ve incelemeleri kısaca özetlemek ve konuyu bitirmek gerekirse;

En kısa tanımıyla bir “yetki ve imtiyaz belgesi” olan berât yerine, farklı dönemlerde, özellikle de Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında misal, kitab,mektub, tevki', takrîr, yazı, menşur vs. gibi çeşitli tabirler kullanılmış, ancak XV. yüzyıldan itibaren berât terimi nişanla birlikte Osmanlı diplomatikasına yerleşmiştir.

Bir berat-ı hümayun'un rüknü veya genel yapısı şu şekildedir[72]:

I-Giriş Protokolü

1.Da’vet (Allah’n adyla balama)

2.Tuğra (Mevcud sultanın tuğrası)

3.Berât Başlangıç Formülleri: (Bu bölüm aynı zamanda beratı, fermandan

                ayıran önemli bir özelliktir. Fermanlar doğrudan                          elkabla başlar.)

                a.Unvanla  başlayanlar (Bir berat çeşidi olan ahidnameler bu şekilde                              başlar)

                b.Hüküm terimi kullanılarak: (benim hükmüm oldur kim..)

                c.Biti terimi kullanılarak: (bu biti hükmü oldur ki., biti kaleme

geldi şol muceb..)

d.Misal terimi kullanılarak: (misal-i bî-misâl neffezehu’llahu’l-

Meliki’l-Müteâl buyruğu oldur ki

e.Tevki'’ terimi ile başlayanlar: (tevkî-i rafî-i hümâyûn oldur ki..)

                f. Sebeb (vech) –i tahrîr’le başlayanlar: (sebeb-i tahrîr-i tevki'-i

refi' ve mûceb-i tastîr-i yarlığ..)

           g.Mektub kelimesi ile başlayanlar:(Bu mektubun tahriri oldur kim..)

           h.Nişân formülü ile başlayanlar: (Nişanşerif-i ããn..)

II.Vesikanın Muhtevası (text)

4.Nakil veya İblağ (konunun ele alındığı kısım)

5.Elkâb veya Duâ (Berat için arzda bulunanlarn veya berat tevcih olunanlarn makama uygun elkab ve duas)

6.Emir veya Hüküm (konu hakknda verilen kararn belirtilmesi, konuyla ilgili olan üçüncü ahslara hitab olunmas gerekli emirlerin verilmesi. Bu bِlüm  beratla ferman birbirinden ayran en ِnemli farktr.)

7.Te’kid,Tehdit, Lânet ve Te’yid (verilen hükümlere tekrar dikkat çekilmesi, emre uymayanlarn ikaz olunmas ve lanetlenmesi)

III.Son Protokol (Hâtime) (vesikann son ksm)

8. Tarih (beratın yazıldığıً tarih)

9. Mahall-i Tahrir (beran yazıldığıً yer)

 

 

 

Klasik bir beratta bu rükünleri şöylece açmak ve formüle etmek mümkündür:

Dãvet ve tuğradan sonra,

"nişân-ı şerîf-i âlîşân-ı sâmî-mekân-ı sultânî ve tuğrâ-yı garrâ-yı cihân-sitân-ı hâkânî hükmü oldur ki..." vb. bir cümle ile berât başlar, sonra konuya girilir, (mukataa ve malikane vb. beratlar kar‏‎lkl bir sِzleme ِzelliًi gِsterdiًinden rükünleri vazife beratlarna gِre daha farkldr)  nakil kısmının sonunda;

“hakkında mezîd-i inâyet-i şahânem zuhura getürdüğünden..bu berât-ı hümâyûnu virdüm ve buyurdum ki...” cümlesiyle devam eder, sonra da;

beratı fermandan ayıran en önemli özelliklerden biri olan üçüncü şahısların dikkati çekilerek;

“alâmet-i şerîfe i’timad kılalar” vb. formüller kullanılır, beratın verildiği tarih ve yazıldığı yer de belirtilerek berât bitirilir.

Özellikle Tanzimat’tan sonra berât formu anlam ve kapsamından çok şeyler kaybetmiş, devletin yeni yapılanmasına paralel olarak, Sadâretin ön plana çıkması ve sultanın yetki ve otoritesinin sınırlandırılması nisbetinde, beratın fonksiyonu da zamanla değişmiş, daha dar bir alanda, özellikle de vakıflar vs. dini görevlerle ilgili izin ve imtiyazlar için kullanılır olmuştur.

Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde devletin başındaki vezirden ücra bir köydeki imama kadar her türlü görev, yetki ve imtiyaz için bizzat sultan adına düzenlenen  beratların, muhteva ve fonksiyonundaki bu daralma günümüze kadar artarak devam etmiştir. Artık günümüzde sultan yok ancak sembolik olarak devam eden beratı hala var.

Günümüzde berat tabiriyle kasdedilen, Osmanlının son döneminde kazanılan anlamın bir devamı olarak, çoğu zaman madalya ve nişanla birlikte verilen bir çeşit sertifa ve onur belgesidir. Üstün hizmet madalyası ve beratı, hemşehrilik beratı, dalgıçlık beratı, cami açma beratı  vs. gibi.                  

 

                                 

 

 

 

 

 



[1] Lügat-i Osmâniyye, فstanbul 1286, s.57.

[2] Ahter-i Kebîr, (ner. Ahmed Hulûsi), فstanbul 1316, s.126.

[3] Kâmûs-i Osmânî, M. Salâhî, فstanbul 1329, s.118.

[4] Mehmet Tevfik, Usûl-i فnâ ve Kitâbet, فstanbul 1307, s.417.

[5] M. Muhyiddin, Müneât ve Muâmelât- Askeriyye, فstanbul 1308, s.12.

[6] Handbook of Ottoman Diplomatic, The Hague-Paris 1968, s.140

[7] Bernard Lewis, “Beratl”,  EL, c. I/ s. 1171

[8] A‏‎kpaa-zâde, Tevârih-i Âl-i Osman, فstanbul 1332, s. 65

[9] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü'l-Muhît, I, فstanbul 1230;  ez-Zebîdî, Tâcü'l-Arûs, I /44; فbn Manzur, Lisânü'l 

   Arabi'l Muhît, I/182.

[10] Fîrûzâbâdî,  a.g.e., s.8; Lisanü'l-Arab, s.22 vd.

[11] فbn Manzur, a.g.e., s.182-183; el-Cevheri, Shah, I/11;  ez-Zebidi, a.g.e. s. 44-45.; Fîrûzâbâdî,  a.g.e. s.8- 

   9.; فbrahim Mustafa vd.,  Mucemü'l-Vasit, I/ 45-46.

[12] Babakanlk Osmanl Arivi Müzehheb Fermanlar Kataloًu, 27/1-b

[13] Kur'an- Kerim ve Türkçe Anlam (meal), Diyanet ف‏leri Bakanl‎ً‎ Yaynlar, 54/43, s.529.

[14] A. Subhi Furat, “Zebur”, فA., XIII/ 481-482.

[15] H. Sâbit قibay, “Berâet”, فA., II/ 522.

[16] Suat Yldrm, Kurân- Hakîm ve klamal Meali, s.186, فstanbul 1998.

[17] el-فsfahani, Ragb,  el-Müfredat li Garibi'l-Kur'an.

[18] Ebu Hayyan et-Tevhidi, el-Besair ve'z-Zehair.

[19] el-Beydavi, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, I, s.81; Ayrca bkz. ez-Zebidi, a.g.e., s. 45.

[20] el-Cessas, Ahkamü'l-Kur'an, IV, 264.

[21] Tevbe Suresi, ayet 1 vd. Meal;  Kamil Miras (mütercim ve arih), Sahih-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i

    Sarih, V, s.329-330.

[22] ضrnekler için bkz. M.Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, Kahire 1956,  ves.290, Bu vesikann sonunda yer alan “eًer  onlar sِz ve fiilleri ile (ahd’e) kar‏‎ gelirlerse zimmet onlardan berî’dir” anlamndaki te’kid cümlesi de “berî’” kelimesinin kullanl‎‏‎ sndan dikkat çekicidir ki, Hulefâ-i Ra؛idîn devrine âit Ahidnâme ve eman belgelerinde oldukça sk yer alm‎‏tr. Fazla bilgi için bkz. Nejdet Gِk, “Osmanl Diplomatikasnda Bir Berât اeidi Olan Ahidnâmeler”, Türkiye Günlüًü, s.59 (Ocak-ubat 2000), s.97-113. 

[23] Bk. Ebû Dâvud, “Eyman”, 9 ; Nesâî, “Eyman  dan  naklen; A. Bardakoًlu, “Berâet”, DفA, V/ 470, 471

[24] Hamidullah, el-Vesâik, ves. 37.

[25] Elmal, a.g.e., VII/ 67, 68; Ayrca,  Berâet Gecesihakknda fazla bilgi için bkz. H. ـnal, “Berat

     Gecesi”, DفA, 5/475-476.

[26] فbn-i Abbas, Garîbü’l-Kur’ân, Atâ b. Ebû  Rebâhn düzenlediًi bu cüz, Süleymâniye ktb., Âtf Ef., nr.

    2815/8, vr.102-107. Bu eserle ilgili olarak bk. ف. Cerrahoًlu, AـفFD, XXII, 23;  Ebû Mansur el-

    Cevâlîkî, el-Mu’arreb, (bu eserin  (IX/ XV.) yüzyl müelliflerinden Cemaleddin Abdullah b. Muhammed

    el-Uzrî tarafndan geniletilmi ve düzenlenmi ekli henüz yaynlanmam‎‏tr). Sâmî Diller konusunda

    fazla bilgi için bk. N. M. اetin, “Arap-Dil”, DفA., III/ 282-285. 

[27] Bu konuda fazla bilgi için bkz. A. Küçük, “Ahid-Dinler Tarihi”, DفA, I/533.

[28] A.Unterman, Dictionary of Jewish-lore and legend, London 1961., “Beritve “Covenant”  mad.

[29] B. Topaloًlu, “Bâri”, DفA., V/ 73.

[30] D.B. Macdonald, “Allah”, فA., 363.

[31] B.Topaloًlu, a.g.m., s.73.

[32] Osmanl-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, (haz. Heyet), Türdav, فstanbul 1981, I, s.822.

[33]Bkz. Tâcü’t-Tevârîh, II, s.322 de (h.921/m.1515) tarihli Yavuz Selim’in فdris-i Bitlisî’ye gِnderdiًi

    nâmesinde Diyarbakr civarnda sadakat ve baًllk gِsteren beylere sancak tevcihi için padiahn 

    tuًrasn ta‏‎yan beyaz ve “niân- hümâyûnla muanven ahkâm- erîfe” gِnderildiًi kaydedilmitir;

    Uzunçar‏‎l, Saray Tekilat, s.280.

[34] H. فnalck, Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, 2.bask, Ankara 1987, s.69, 77.

[35] a.g.e., s.72 de, 197 ve 198. kaytlar.

[36] Uzunçar‏‎l, “Tuًra ve Pençeler”, Belleten, XVII-XVIII (1941), 130-131.

[37] TSMA, Sinan Paa Arivi, nr. 152; Tahsin ضz, Tarih Vesikalar, I, nr. 4; فlk dِnemlere ait baz ni؛ân vb.nin tahlili için bkz.

     P.Wittek, "Zu einigen frühosmanischen Urkenden (I-VII)" Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes, LIII, s.300-313; 

   LIV, s.240- 256;  LV, s.122-141;  LVI, 267-284; LVII,  s.102-117;  LVIII, 165-197;  LIX/LX,  201-223, Wienne 1957-63/64.

[38] T. Gِkbilgin, “Edirne ve Paa Livâs” , s.172

[39] Bk.Feridun Bey, Müneâtü's-Selâtîn,  I, 166.

[40] Kitabkelimesinin bu anlamda kullanl‎‏‎na ِrnek için bkz. M. Hamidullah, “el-Vesâiku’s-siyâsiyye

     ves.V, VII, XVII vd.

[41] Bkz. قiratori, Sinologische Beiträge zur Geschichte der Türkvِlker, Petersburg, 1902, II, 16; A. von

    Gabain, Alttürkische Grammatik, Leipzig 1941, s. 303; Mecdud Mansuroًlu, “Bitikçi”, فA, II, 657; M.

    فpirli, DفA, فstanbul 1992, VI, 225.

[42] Geni bilgi için bkz; G.Doerfer, Turkische und mongolische Elemente im Neupersischen, Wiesbaden

     1965-1975, II, 262-264.

[43] M.Mansuroًlu, a.g.m, s.657.

[44] bkz. Kutadgu Bilig III; indeks (nr. Kemal Eraslan vd.) فstanbul, 1979, s. 93-95.

[45] Reat Genç, Karahanl Devlet Tekilat, فstanbul 1981, s.258-259.

[46] Dîvân- Lügâti’t-Türk, فstanbul 1333, c.I, s.127.

[47] F.Kِprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanl Müesseselerine Te’sîri, فstanbul 1981, s. 62-63.

[48] M.فpirli, “Bitik”, DفA, c.VI,  s.225.

[49] Bkz. ف.Kafesoًlu, Türk Millî Kültürü, فstanbul 1989, s.324.

[50] Kafesoًlu, a.g.e, s. 324.

[51] a.g.m, s.324, dpn.734.

[52] ف.H. Uzunçar‏‎l, Merkez ve Bahriye Tekilat, Ankara 1988, s.39. dpn.1.

[53] R.Genç, “Karahanllar” DGBفT, فstanbul 1992, c.VI, s.174-175

[54]W.Schmidt, Mongolish-Deutsh-Russisches Wِrterb, Petersburg, 1835, s.109’den naklen M.Mansuroًlu,

     a.g.m, s.657.

[55] Ahmet Câferoًlu, “Uygurlarda Hukuk ve Mâliye فstlahlar”, Türkiyat, c.IV, s.1-43; Uygurlarda ise اin

     te’siri gِrülmektedir, bkz. Uzunçar‏‎l, Medhal, s.174.

[56] Uzunçar‏‎l, a.g.e., s.219 vd.; “bah‏‎” için bkz. M.F.Kِprülü, “Bah‏‎”, فA, II, s.233-238.

[57] Uzunçar‏‎l, a.g.e., s.187.

[58] Bu konuda bkz. (münî) Mehmed b. Hinduâhî, Düstûrü’l-kâtib fî-tayîni’l-merâtib, Kِprülü ktb.,

     nr.1241, bkz. Uzunçar‏‎l,  Medhal, s.220.

[59] Uzunçar‏‎l, a.g.e, s. 43, 62, 105 v.dd.

[60] “yazc  kelimesi  “yazucuv” eklinde günümüz ضzbek türkçesi ve baz türk ivelerinde de   

     kullanlmaktadr.

[61] فnalck, “Reîsü’l-küttâb”, فA, c. IX, s.672.

[62] Yarlً, Uygur belgelerinde hükümdarn emri, buyruًu ve fermanna denmitir. D.Lügâti’t-Türk’ te

    hükümdarn yazl emri (bkz. Uygurlarda hukuk ve maliye stlahlar”, Türkiyat Mecmuas, c.IV, s.32).

    Yarl‎ً‎n yerine sonralarniânterimi kullanlm‎‏ ve baz yarl‎ًlara daAldamgadenmitir. Ali قîr  

    Nevâînin müneâtna gِre XV. asrda Timurlular’da yarl‎ً  yerine “niân”, “basma” yerine “mühür  

    ve “alâmet” yerinetuًravetamga” tâbiri de “gümrük resmi  yerine kullanlm‎‏tr. Gümrüklerdeki

    vergi memurlarnadamgacyerinemühürdardenilmitir. Osmanllarda “niân”, berât, yarl‎ً ve

    fermân kar‏‎l‎ً‎ kullanlm‎‏tr, tuًra’da bu kelimenin içine girmitir. Yine Osmanl fermanlarnda

    niânyaniyarl‎ً ile tuًra  berâber kasdedilmektedir. Bkz. Uzunçar‏‎l, Medhal, s.197, dn.3.

[63] Toktam‎‏ Han yarlً, s.21/23: “Alt nianlk yarlk tuttuk” ; Timur Kutluk han yarlًًnda, s.23, 24;

   “Altn nianlk al tamgalk yarlk bildirildi”; Hac Giray Han yarlً, s.34; “Bu yarlًn  s. 51: “Altn

    nianl al tamgal yarlً birdimiz” cümllerini gِrüyoruz. Bitiklerde ise “bitik” yahut “biti” sِzü olduًu 

    gibi bazlarnda da bu ad zikredilmemekdedir; bkz. Mengli Giray hann 1 ve 2. Mektubu, s.84-88.

   Bunlarda biti yerine “tahiyyetnâme” ve “mektup” tabirleri yer alyor. Bitikler bu haliyle Osmanldaki

   nâme-i humayunlarn ayndr. Bkz. A.N. Kurat, Topkap Saray Müzesi Arivindeki Altn Ordu, Krm ve

   Tükistan Hanlarna Âit Yarlk ve Bitikler, فstanbul 1940, s. 4.

[64] Nadir Devlet, “فlhanllar”, DGBفT, IX, s.82,83.

[65] N.Devlet, gِs.yer.

[66] B.Spuler, Die Goldene, Horde Die Mongolen in Russland, 1223-1502, s. 265-270’den naklen N.Devlet,

    “Altn Ordu”, Doًutan Günümüze Büyük فslâm Tarihi, فstanbul 1991, IX, s.151.

[67] Menurlarn çeitleri ve diplomatika sndan  ِzellikleri ve menurlarda turra ile besmele arasnda

    yer alan daha baka tuًra ِrnekleri için bkz. Kalkaandî, Subhu’l-ââ, XIII, s. 150-165 vd.

[68] W.Hinz, Die persische Geheimkanzlei im Mittelalter, Wiesbaden 1954, s.345 vd.

[69] C. Cahen, “La tuًra seljukide”, Journal Asiatique, 234 (1943-45), s. 171. 

[70] Belgelerin diplomatik unsurlar ve ِrnekler için bkz. H. Horst, Die Staatsverwaltung der Grosselًûqen und Horazmsahs, 

    Wiesbaden 1964,  s.31-35.

[71] bkz. Cokun Alptekin,  “Büyük Selçuklular”,  DGBفT, c.VII, s.167 ve “Dmak Atabeyliًi, DGBفT,

    c.VII, s.481; Ayrca bkz. A.ضzaydn, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi 498-511 / 1105-1118 ,TTK, Ankara 1990.

    s.XXII ve XXXIII.

[72] Berat formunun diplomatika açsndan rükünleri, ِzellikleri, ferman ve berat formlar arasnda benzerlik ve farklar ayrntl ve orjinal vesika ِrnekleriyle ayr bir makale olarak neredileceًinden burada ana hatlaryla iaret etmekle yetiniyoruz.